Türkiye’nin Suriyelilere geçici koruma statüsü altında yeni bir statü vermesi ve Suriyelilerin Türkiye’de ki varlığının geçici koruma statüsü çerçevesinde değerlendirilmesi

10.08.2022
23
Okuma Süresi: 12 dakika
A+
A-
Kıbrıs İlim Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4.sınıf Sertifikalar Anayasa mahkemesine bireysel başvuru  Tüketicinin Korunması Yolları / THH ve Başvuru SSÇ Nafaka Çeşitleri ve Boşanma Davalarında Nafaka Siber Suçlar Sağlık Hukuku ve Malpraktis Yapay Zeka ve Hukuk Bilişim Hukuku ve KVKK Futbol Hukuku İkna Teknikleri Eğitimi Fransızca A1-A2

Geçmişten günümüze salt hukukun tarihi süreci, toplumsal değişim ve gelişim ile paralellik göstermiş, insan aklının bir ürünü olan pozitif hukuk bu gelişimlere ayak uydurmuş hatta daha öteye giderek ideal hukuku yakalamaya gayret göstermiştir. Bu şekillenme sürecinde, ulusal veya uluslar arası fark etmeksizin hukuk sistematiklerinde, insan onuru merkeze alınarak ilerleme gayesi güdülmüştür. İnsan onuru, lafzi yorumundan da hareketle, din, dil, ırk, tabiiyet, cinsiyet ayırt etmeksizin yalnız insan oluşundan kaynaklı onurlu bir yaşam hakkına sahip olması gereken bir manevi bütünlüğe tekabül etmektedir. Bir topluma veya toplumdan daha öteye taşıyarak tüm insanlığa uygulanabilecek en mükemmel hukuk kurallarının merkezinde yer alması gereken asıl vasıf, bu tanımı işlerli  hale getirebilmekten geçer.

Günümüzde de Dünya ülkeleri hem kendi içerisinde hem de uluslararası platformda birlikte işbirliği içerisinde yapmış oldukları faaliyetler, sözleşmeler ve düzenlemelerle bunu sağlamaya, kesinlikle teorik, sübjektif ulusal çıkarlar göz önünde tutularak da kısmen fiili mahiyette gerçekleştirebilmiş gözükmektedir. Bu çerçevede ele alacak olursak her ülkeye kendi vatandaşlık bağıyla bağlı bulunan bireyler, başka bir tabiiyeti veya belli koşulları taşıdığından veya taşımadığından bahisle, statülere sahip olanlara nazaran daha üstün ya da doğru ifadeyle geniş haklara sahip olmuş olduğu su götürmez bir gerçektir ancak bahsedilen insan onuru ve gelişen toplumların varmış olduğu uluslararası işbirliği noktası, kabul edilen diğer statülerinde, sübjektif menfaatler göz ardı edilerek insan onuruna yakışır haklara sahip olması gerekliliğini ortaya koymuştur. Ülkenin egemenlik alanı içerisinde uluslararası sözleşmelere aykırı olmadan toprak parçası ya da toplumun üzerinde bir kural koyma gücü, hukuk yaratma kudreti söz konusudur ve bu çerçevede statüleri belirleyebilme kabiliyeti kuşkusuz ortadadır.

Kanun koyucu, zamanla yaşanan olaylar ve koşullar neticesinde, bulunduğu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olmayan ve bu iddia da bulunmayan yabancı gerçek kişileri, belli ölçütleri baz alarak tasnif etmiş ve bunun neticesinde bireyler statülere ayrılarak bulunduğu ülkede farklı sonuçlarıyla kabul gören, uluslararası korumalardan yararlanmışlardır. Bu statüleri, koşullarını ve ne şekilde hak ve yükümlülükler getireceklerini, ülkelerin işbirliğiyle yapılan sözleşmelerine de riayet edilerek ve çekirdek haklara halel getirmeksizin temel hak ve hürriyetleri sunabilme kabiliyeti ,toplumların hukuki ve vicdani yükümlülükleri altında korunmuştur. İşte bu, değerlendirme konumuz olan ve uluslararası koruma statülerinden ayrı tutularak hem bir ülkenin menfaati hem de vicdani kanaati arasında ince bir çizgi de yer alan geçici koruma statüsü egemenliğe haiz bir devletin, ülkenin ,hukuki muhtevasına getirmiş olduğu yeniliğin neticesidir. Her alanda olduğu gibi bahsedilen statünün de, olaylar bütününün doğal bir ürünü olduğu gerçeğinden hareketle kanun koyucu hem sınır komşumuz olan hem de kültürel, dini etkileşimler içerisinde bulunduğumuz Suriyeli halkın 2011 yılında başlayan ve günümüze kadar süregelen felaketini kısmen de olsa tolere edebilmek adına gerçekleştirmiş olduğu bir ilkle yabancılar ve Uluslararası koruma kanuna yansımasını uygun bulmuş ve ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma statüsünden faydalanma hakkını sağlamıştır. Bu kapsamda verilen statünün uluslararası koruma sistemlerinden farklı ve yeni olması gerekliliğinin altında, temel nedenler yatmaktadır.

Bu nedenleri tasniflendirecek olursak en etkili yöntem Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihsel gelişim süreci içerisinde yapılacak olan değerlendirmesi ile başlanılabilir. Statülerin bireylere verilmiş olması tarihsel süreç içerisinde de olayın koşullarına göre gündeme gelmiş ve korumanın bir uzantısı, Bulgaristan ile yapılan mübadele neticesinde çıkarılan iskan kanunu örneğiyle Türk mevzuatında yerini almıştır. Ancak bu zamana kadar yapılan ve koşulları belirlenen hiçbir statüye sınır komşumuz olan Suriye halkını yerleştirmek mümkün olamamıştır. Dolayısıyla pozitif hukuk kurallarımızın yetersiz kalışı, tanımından da hareketle bu geniş kitle akımının veya geniş kitlesel akım döneminde gelen bir bireysel hareketliliğin belli bir kalıba sokamayışımızın etkisiyle yerini yeni bir statü yaratmakta bulmuştur. Bahsi geçen ‘kitlesellik’ ifadesi bizi yeni bir statü verilmesinin altında yatan diğer temel nedene yönlendirmektedir. Uluslararası koruma statüleri bireysel taleplerin ya da bireysel kararların  diyebileceğimiz hukuk aleminde doğan hukuki sonuçlarıyla karşımıza çıkar. Burada kişilere tanınan haklar ve yükümlülükler bireylerin bahsi geçen statülerde sağlamış olduğu koşullar neticesi ile gündeme gelir. Ancak acil ve geçici bir yöntemle ihtiyaç karşılama amacıyla geniş bir kitlenin temel birimi olan bireyleri temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği böyle bir felaket sürecinde teker teker incelemeye almak hem hiç bir ülkenin gerçekleştirmesi mümkün olmayan bir idari sürecine hemde daha fazla insanın can güvenliğinin tehlikeye atılmasına neden olmuş olacaktır. Tarih boyunca Türk toplumu felaketin eşiğinde kalan hiçbir topluma karşı vicdani değerlerini yok sayarak hareketsiz kalmamış ve bir çok ulus devletine örnek olacak nitelikte girişimler de bulunmuştur.

Açıklamalarını yaptığımız nedenler hukuki gerekliliğin yanısıra toplum maneviyatımızın da bir sonucuu kabul edilmelidir. Ancak burada değerlendirme konumuz olan Suriyeli halkın bir kaç kişi, ufak bir grup hatta binlerce kişi olmadığını da göz ardı etmek  ve buna dikkat etmeksizin yanlış tutum ve politika sürdürmek büyük bir hataya düşmek olacaktır. Sayıları birkaç milyondan fazla bir kitlenin ülkeye girişinde toplumumuza kazandıracağıveya kaybettirici etkenlerden hareketle aynı zamanda yine menfaatlerimiz kısmen de olsa göz önüne alınarak terazinin dengede tutulması bir bakıma verilen bu statü ile de sağlanmış olacaktır. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz uluslararası koruma statülerinin ve bu statülere sahip bireylerin ülkemizde tanınan hakları bakımından şu an ve geleceğe yönelik önemli faktörleri gündeme getirebileceği şüphesizdir. Bireylerin teker teker incelemeye alınarak koşulları sağlaması halinde ,bu statülere sahip olması her ülke için olağan bir durumdur ancak incelemeye alınması teker teker mümkün olmayan geniş bir insan hareketinin varlığında, bahsi geçen statünün ve tanınan hakların, aynı şekilde bu kitleye uygulanma denemesi ülke için müthiş bir kargaşaya sebebiyet vermekle beraber ütopik bir düşünceden öteye gidemez.

Bu nedenle geçici koruma statüsüne sahip Suriyeli halka toplumun bir kaos ortamında kalmaması adına temel hak ve hürriyetlerin karşılanabileceği ve uluslararası hukuk camiasınca da kabul gören insani değerlerle tanınan, salt acil ihtiyaçların karşılanması ve ülkesinden ayrı ,mahrum kalmak mecburiyetinde olan bu halkın yeni bir yurt edinme gözüyle kalıcı olarak ülkemizde kalışını engellemeye yönelik yapılan düzenlenmeler çok yerinde olmakla beraber şuanda bile etkisini göstermeye başlayan ve önüne geçilmediği takdirde ileride büyük toplumsal sorunlarla yüzleşilebilmesi ihtimalleriyle de bir o kadar yetersiz kalmış olacaktır. Bu sorunların başlıca demografik, sosyolojik ve ekonomik alanlarda kendisini göstermeye başlamış olduğunu söylemek doğru bir çıkarımdır. Ancak sorunların varlığı geniş kitlelerin savaş beşiği durumunda bulunan Suriye’ye gönderilmeleri noktasında bir neden olarak kabul edildiği takdirde Türkiye günümüz ,salt menfaatini düşünen Avrupa ülkeleri arasındaki farkı kaldırmış olur ve izlediği politikayı kendi tarihinden silebilmesi söz konusu olamaz.

Bu genel şekilde ifade edilen tanımın ve bahsedilen politikanın ana kaynağı bir uluslararası gelenek hukuku kuralı olarak geri göndermeme ilkesinden gelmektedir. İlkenin tanımıyla konuyu özetleyecek olursak ; kişilerin yaşam , zülüm, işkence veya insan onuruyla bağdaştırılamayacak bir muameleyle ,karşı karşıya kalma tehlikesinin olduğu ülkelere geri gönderilmemesi şeklinde ifade edilmektedir. Tanımdan da hareketle bu ilkenin ihlal edilmesi hali ,statünün varlık sebebine ters düşecektir. Yukarıda da bahsetmiş olduğumuz şekilde gerçekleşen koşullar neticesinde statünün verilmesi sebebi, ihlal edilen temel hak ve hürriyetlerin acil ve geçici uygulamalarla korunmasını sağlamaya yöneliktir.

Ancak milletlerarası sözleşmeler ve ülkemizdeki mevzuat ele alındığında, teker teker saymaksızın (özellikle YUKK’de yer alan haller) uygun düştüğü ölçüde kamu düzeni, güvenliği, ve sağlığı geçici koruma kapsamı içerisinde ki kişilerce tehlikeye atılması halinde statüleri iptal edilerek sınırdışı edilebilmeleri, bir ülkenin egemenlik unsurundan kaynaklanan en önemli hakkıdır. Bu hakkın kullanımı geri göndermeme ilkesi ile birlikte değerlendirilmeli ve düzen bozulduğu taktirde kişilerin yaşam tehlikesinin ihlal edilmediği, zülüm ve insanlık dışı muamele ile karşılaşmayacakları üçüncü bir ülkeye gönderilebilmeleri gerekliliği esas teşkil edecektir. Zaten bahsetmiş olduğumuz ifadede de acil ve geçicilik faktörlerinin altı çizilmiş olup bu statünün kaldırılması halinde bireysel olarak incelemeye alınan kişinin ülkeyi terk etmesi, güvenli bir üçüncü ülkeye sınır dışı edilmesi esas olacaktır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.